​​​​​​​Özü, sözü, ameli başka seçim- Rauf KARAKOÇAN

Cumhuriyet tarihinin belki de en ilginç seçimine tanıklık ediliyor. Ülke, maalesef çok kritik bir süreçten geçiyor. Pamuk ipliğine bağlı ittifaklar temelinde seçimlere gidiliyor. Seçim propagandalarının ekseninde ise kim daha çok ‘milliyetçi’ yarışı yapılıyor, PKK, seçim propagandalarının öznesi haline getiriliyor. PKK bağlantılı sahte montaj videolar hazırlanıp, yalanlarla halka yediriliyor. İlk tur seçimde sandıklara hırsızlar dadanıyor. Sandıklardan en milliyetçi muhafazakâr parlamento çıkıyor. Bu tuhaf seçim havasına anket kuruluşları dahi ayak uyduramıyor. Neticede seçimin sağlıklı bir değerlendirmesi yapılamıyor.

AKP’nin şefi Erdoğan ‘özü’ itibarıyla İslami gelenekten (ki bu da tartışmalıdır) geldiği için doğal olarak oraya yaslanıyor. 22 yıllık iktidar döneminde İslami özüyle o kadar çok çelişti ki hangi birini söylesek acaba diye içinden çıkamaz oluyoruz. Kişini özü onun temsil ettiği değerler bütünüdür. Hemen her konuda özünü bırakmış kalıbını gezdiriyor. Yüzükle siyasete girdi, Türkiye’yi yuttu. Yalnız, çalıp-çırpma konusunda hakkını yememek lazım. Ne de olsa ‘ekonomi benim uzmanlık alanımdır’ diyen Erdoğan’ın çalma konusundaki başarısının hakkını teslim etmek gerekir.

Bu seçim, sözün de en çok anlamsızlaştığı bir seçim oldu. Verilen sözlerin tam tersini yapmak da maharet ister doğrusu. Bizde söz namus sayılır ve ne pahasına olursa olsun sahip çıkılır. Sözden keskin dönüş yapmak, Türk siyasetine has bir durum mu yoksa kişinin özüyle alakalı bir durum mu? Bunu da okuyucuya bırakalım.

22 yıl boyunca AKP Şefi Erdoğan’dan çok şey duyduk. Meydanlarda halkın huzurunda yemin billah edip de sonradan caydığı bolca mevzu var. Halkın huzurunda bunca yalan söyleyince, kim bilir tanrı katında neler söylemiştir? Dış politikada kafa tutmadığı ülke kalmadı. Dünya lideri ya kafa tutar tabi diyeceğiz. ‘Bu can bu tende olduğu müddetçe, bu fakir bu görevde olduğu müddetçe’ diyerek söze dalış yaptığı birçok konuda U dönüşü yapma hakikaten kabiliyet meselesi. İsrail, Mısır, Suriye konularında söylenmedik söz bırakılmadı, sonuçta gelinen nokta herkesin malumu.

İç politikada verilen sözlerin haddi hesabı yok. En somut örnek Kürt meselesinde ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ dedikten sonra ‘Kürt sorunu diye bir sorun yoktur’ noktasına geldi. Siyasetin de bir ahlakı, etik kuralları var. Ama nerdeee! Hak getire. Yalan söz hem din hem ahlaki açıdan caiz değil. Çalmayı iyi becerdikleri için yalancılık konusunda da üstüne yoktur. Yalancılık da Erdoğan’ın başka bir uzmanlık alanıdır. İnsanları ‘en kalbi duygularla’ kandırmayı başarıyor. Yalana, dolana alıcısı olan bir halk yaratmakla ne kadar övünse az olur. Öz olmayınca söz de yerini bulmuyor. 

Özü sözü bir olmayanın ameli de başka oluyor.  Öncelikle şu Hüda-Par meselesi seçim kazanmak için beklenmedik bir hamledir. Kendisine layık olan bir adım attılar, gerici faşist bir ittifak kurup Türkiye’yi yutacak kara delik haline geldiler. Yani, olması gereken yerde oldular. AKP-MHP-BBP-Hüda Par- Oğan- Parinçek-Oğul Erbakan milliyetçi muhafazakarlığın tortusu, Cumhur ittifakı olarak dibe çöktü. Aslında Suriye’de DAİŞ, El Nusra, HTŞ gibi örgütlerle kurdukları ittifakın bir benzeridir. Bunda şaşılacak bir şey yok. En katı milliyetçiliği savunanlar milliyetçiliği en çok sulandıranlar oluyor. Sinan Oğan ‘Ülkücüleri kesseniz bile Hüda-Par’ın olduğu bir yerde olmaz’ dedikten kısa bir süre sonra oraya kapağı attı. Ülkücülerin 80’lerde avukatlığını yapmış zat bile Sinan Oğan’ı ‘Ülkücülerin yüz karası bir figür’ olarak tanımladı. Bizim yorum yapmamıza gerek kalmadan ülkücüler gerekeni fazlasıyla söylemiş oldular. ‘Belki bunun da kaseti var’ diye de ekliyorlar. Seçimin ‘kilidi’ falan derken siyasi ölüm yaşadı.

Olan Muharrem İnce’ye oldu. Kaset (kumpas mı değil mi bilinmez) başına bela oldu. Cumhurbaşkanı adayı olmakla kendisini siyasetten bitirdi. En son hastane yatağından bir görüntü paylaştı. Kahrından yataklara düştü garibim. İnsanın ‘sen bu hallere mi düşecektin be Muharrem’ diyesi geliyor. 0.5 yüzdelik oy oranıyla boyunun ölçüsünü aldı. Erdoğan’dan koltuk talep etseydi belki de bu hallere düşmezdi. Doğu Perinçek’e değinmeden olmaz. Siyasi tutarsızlığın daniskası olan zat ve Vatan Partisi, kendisini konumlandıracak yer dahi bulamadı. Havayı kokladı, varlığı görünmeyince Erdoğan’a yamanmayı seçti. Madem Erdoğan’ı seçeceklerdi bu kadar alavere-dalavere yapmaya, yüzsüz olmaya ne gerek vardı ki?

Seçimlerin propagandasında öne çıkan ana başlık muhafazakâr, milliyetçiliktir. İktidarda kalmak isteyen de iktidara gelmek isteyen de milliyetçi kesildi. Allah Türkiye halklarının sonunu hayır eyleye. Seçim ikinci tura kalınca milliyetçilik söylemi daha da keskinleşti. Milliyetçilik deyince akla ilk gelecek şey Kürt düşmanlığıdır. Dolaysıyla PKK’yi ağızlarına almadan cümle kuramıyorlar. Kandil, İmralı sözcüklerini simge haline getirdiler. Varsın öyle olsun. Peki sonuç nereye varacak, kestirmek zor. 

Türkiye’nin türbülansa girdiği bu seçimde özü, sözü, ameli, ilkeli siyasi duruşu sergileyen tek güç Kürtlerdir. Sahte dostluklara, yetersizliklere, devletin saldırılarına, göz altılara, işkence ve tutuklamalara, cumhur ve millet ittifaklarının karalamalarına, engellemelerine rağmen siyasi duruşunu bozmayan tek güç Kürtlerdir. Türkiye’nin Kürtlerden öğreneceği çok şey var. Türkiye’nin girdiği türbülanstan çıkaracak kaptan Kürtlerdir. Seçimin ikinci turunda bu görevle sandık başına gidecekler.

ANHA